Mesel

Organik ve araçsal

Film, video görüntüsünün yaydığı dalgalar yoluyla maruz kalanlara geçirilen ve bedende tümöre benzer organik teşekküllere yol açan bir güdüleme mekanizması tasavvuru üzerine kurulu. Mekanizma, televizyon görüntülerinin izleyicilerin dolaysız ve saf görsel tecrübeleri olduğu ve biriktirilebileceği keşfinden yola çıkılarak geliştirilmiş. Bundan sonra, insanların kitleler halinde güdülenebilmesi için iki önemli şeye ihtiyaç duyuluyor. Birincisi gelişkin (ya da sonuna ulaştırılmış) görsel deneyimle elde edilecek video kasetlere, ki bu kasetler organ nakli gibi bedenlere aktarılabiliyor; ikincisi de bu görüntülerin yayınlanmasında kullanılacak bir televizyon istasyonuna.

Prof. Brian O'Blivion, bu tecrübenin sonuna kadar giden ilk kişi. Tümörünün farkına vardığında bunun başkaları tarafından kullanılmasını engellemeyi düşünüyor ve öldürülüyor. Tümör muhtemelen kristalleşmiş görsel tecrübe ya da video kasetleştirilebilen halüsinasyon. Ama ermiş uçmuş aşmış bir halüsinasyon görücü olarak onun için bedenin ölümü de anlam değiştiriyor. İmajlar halinde yaşanan bir başka hayatın mümkün olduğunu keşfeden O'Blivion, bu sayede ölümünün üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra bile televizyon programlarına katılıp soruları cevaplandırabiliyor.

Gelelim asıl adamımız, Max'e... Silahı ellerine geçirmiş olanlar için uygun bir denek oluşu, her şeyden önce porno film yayını yapan bir televizyon kanalının üç ortağından biri olmasından kaynaklanıyor. Kanal ele geçirilecek ve Videodrome yayını için kullanılacak.

Denek olmak için Max'i elverişli yapan bir başka neden de sanırım ki, izleyicilerini ekran başında tutmaya çalışan sorumlu bir porno kanalı patronu olarak eldeki ürünlerden duyduğu tatminsizlik. Max, daha daha dolaysız bir algı nesnesi, pornografi içinde şiddet arıyor. Aslında bu arayış onun seçilmesindeki bir etken değil ama yakalanıp ele geçirilmesinde çok işe yaradığı kesin.

Neyse; şunu biliyoruz: Max de Videodrome'un kötücül ellere geçmeden önceki haline, yani O'Blivion'un gösterdiği gibi ölümü aşan bir tecrübe olabileceğine ikna oluyor ve bedenini onun organik bir parçası halindeki silahla vurup ortadan kaldırarak, hem kötücül taleplere amade bir aracı ve aynı zamanda Videodrome'un son kalesini çökertmiş oluyor, hem de bu yolla öteki tarafa, O'Blivion'un evrenine atlamayı umuyor.

Başarıyor mu? Bunu bilemiyoruz. Ekran kararıyor, pek bir şey görünmüyor. Ardından da yazılar giriyor zaten...

Yıllar önce izlediğimde bu filmden çok etkilenmiştim. Cronenberg her zaman favori yönetmenlerim arasında yer alır. Bence iyi bir "anlatıcı". Ama bu kez izlediğimde, evet, vajina gibi açılan yarıklara kasetlerin girip çıkması, pırtlayarak köpüren bedenler, "içerde neler oluyor" merakımıza birer armağan gibi. Bütün bunlara rağmen filmin gücü görsel dille kurulandan değil, daha çok sözlerle iletilen tezden geliyor. Ya da şöyle diyelim: tez, yeterince görselleşmiyor. Neyin halüsinasyon, neyin reel olduğunu kaybedip şaşırmaktan zaman zaman hoşlandık. O kadar. Prof O'Blivion'un karıncalı bir ekrandan konuşurken söylediği şu sözler, bütün öteki görsel efektlerden daha fazla aklımda kaldı:

"The television screen is the retina of the mind's eye. Therefore, the television screen is part of the physical structure of the brain. Therefore, whatever appears on the television screen emerges as raw experience for those who watch it. Therefore, televizison is reality and reality is less than television."

Belki olayların başından sonuna kadar bütün gelişmeleri, Max Reen'in hezeyanlarından, paranoyalarından ve halüsinasyonlarından ibaretti ve biz bu "öylelikler dünyası"nda olan bitene rasyonel anlamlar yüklemek için debelenip durduk. Sanırım filmin çekildiği yılları (1983), dijital efektler vesaire konularında da dezavantajlı bir dönem saymak gerekir.

Peki, daha iyisini daha ucuza satan başka bir bakkal dükkanı var da ben pazarlıkta fiyatı mı düşürmeye çalışıyorum? Başka bi'dolu aynı malın arasından seçilebilecek bir tanesi değilse, biricikse, eşi menendi yoksa eğer, benim cüretimin, dağa bakıp, "tepeler olmamış, biraz sivriltmek lazım" demekten farkı ne?

Öyle değil mi?

İleri geri konuşurken biraz dikkatli olmak lazım.

Pekiiiii...

Gerçekten kötü bi' filme nasıl kötü diyeceğiz o vakit?

Kandırılmış hissedip etmemek galiba buradaki kriter. Size ne vaadedildi, siz ne aldınız? Ona bakarak haklı konuşmalar yapılabilir. Cronenberg Videodrome'da bize vaadettiğini veriyor. Ukalalık etmeyelim.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.