Mesel

Remain of the day


bazen bittikten sonra öyle düşünceler ziyaretine gelir ki, filmi yapanın onları davet etmiş olabileceğinden şüphe edersin. sohbeti o başlatmış sayabiliriz ama görünüşe göre senin de devam ettiresin varmış. 

bu filmin ardından ziyaretime gelen fikirden ilhamla bende oluşan kanaate göre -zeki müren ağzıyla söylersek- bir bahçevan nasıl çiçek böcek yetiştiriyorsa, uşak tabir ettiğimiz meslek erbabı da sanki insan yetiştirmektedir. bahçevanın hası, kendini adamaz mı çiçeğe, börtü böceğe; öyle... beşer türünün aristokrat takımına mensup olanı, ondan sebep rafinedir, numunedir, türün uç örneği yerindedir. uşak, hizmetinde olduğu (efendi) adem kişinin nasıl bir varlık haline geleceğini belirlemez ama onun bütün potansiyeliyle gerçekleşmesi, ortaya çıkması, çok çok uzaklardan bakıldığında bile görülebilecek biçimde tezahür etmesi için kendini adar. kendi varoluşunu, kendini başka her şeyden esirgeyerek ona vermiş olmasını, bu şekilde izah ederek katlanılır kılandır o. herhalde öyledir. başka ne olabilir?

geçelim spoilerli kısımlara:

kıta avrupası toplumlarında sosyal sınıflardan yükselişe geçenlerinin yükselmesini, çatırdamaya başlayanlarının da çökmesini ivmelendiren tarihsel moment ikinci büyük savaş imiş. onu anladık. darlington malikânesi, başat sınıfın ikametgah adresidir. savaştan önce aristokrasi için gördüğü kuluçka vazifesini, savaştan sonra, görgüsüzlüğü iktidarına engel oluşturmayan mali sermayeye sunar. hem de her şeyiyle. uşaklar dahil...

almanya'ya birinci savaştan sonra elinden alınan silahlanma ve ordu bulundurma gibi bazı "onurlu devletler"e özgü hakların iadesinin kararlaştırıldığı düvel-i muazzama toplantısı bu malikanede yapılmış ve o toplantıda eski dünyanın diplomatlarının tepeden baka baka bir türlü utandıramadığı yanki kılıklı amerikan temsilcisi haddini aşmaya cüret ederek dinazorlara şu nutku irad etmişti: "iyisiniz hoşsunuz ama amatörsünüz. bu işler artık profesyonellerini çağırıyor."

onlar ise, ayaklarının birinin çukura basmakta olduğundan habersiz lord darlington'u alkışlamakla meşguldü: "sizin amatörlük dediğiniz şey, buralarda onur diye çağırılır"

amerikan temsilcisi (christopher reeve), savaşın ardından bizatihi gelip kurulacaktır bu konuşmaların yapıldığı orta büyüklükte bir kasabanın yüzölçümüne sahip malikaneye.

madem spoiler babındayız, uşak tiplemesiyle alakalı bir iki laf ilave edeyim. mr stevens, yukarıda uşaklara dair mesleki formasyon tarifi denerken de bahsettiğim gibi, kendisinin tamamını efendisine sunmak üzere başka şeylerden esirgemiş biridir. efendisiyle arasındaki eşitsizliği tartışma dışı bırakacak şekilde benimsemiş oluşunun bir onur meselesi olarak da görülüp görülemeyeceği, arabanın yakıtı bittiği için bir geceliğine konaklamaya mecbur kaldığı yerleşim biriminde, insanların ona diplomatlığı yakıştırdığı konuşma sırasında usulca aklımızı yoklar. mr. stevens, kendisine izafe edilen bu hüsnü zannı biraz tereddüt etmiş de olsa geri çevirmez. nihayet, ertesi gün onu arabasına ulaştırmak üzere yanına alan doctor richard carlisle, "umarım beni çok kaba bulmazsınız" dedikten sonra olabileceği kadar temkinli bir ifade ararken bulduğu kelimelerle, aynen şu soruyu sorar: "bir tür uşak değilsiniz ya?"

uşaklık kuşkusuz onura değen bir meseledir. fahişe bile sadece cinsel tatmin için kullanılan yerlerini sunmakla yetinirken, o, her neyi varsa, varlığını efendinin varlığına armağan etmiştir. öte yandan "namlı masal sevdalıları" ancak yarışabilir onun kendini adamışlığıyla.

mesele şu ki; bir uşağı olduğu biçimiyle, yani aşağılık ve onursuz biri olarak görebilecek kişi sayısı da sanıldığı kadar çok değildir. uşak olmayan, özgür birey, kanaatlerini, ne kadar gerektiriyorsa o kadar iktidarla, inisiyatifle güçlendirebilen biri demektir. tıpkı kapıcılara ya da fahişelere yapabileceğimiz gibi uşaklığı, dolayısıyla uşakları aşağılayalım. şüphesiz öyledirler. ama bunu, kendi köleliklerimizden özgürleşmeden, kendi zincirlerimizin izi boynumuzdan sırıtırken yapamamalıyız.

mr. stevens'ın eril bir metafor olarak iktidarla ilişkisi, gözünü dünyaya açar açmaz yitmiş düşlerle ilişki gibidir. onun kabulleri gerçekçidir. olmadığı hiç bir şeyi taslamadığı gibi, tasarlamaz da. bir kereliğine yeltendiğinde çektiği kabir azabını, günah çıkarır gibi itiraflarla ancak yatıştırabildi. erkeklik yani erilliğin dışavurumları, tıpkı kendi köleliğimizi gizlerken yaptığımız gibi taslamalardan ibarettir. mr. stevens'ın erkek gibi davranmayı reddedişi, aslında taslamayı reddetmektir.

 Sözlük

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.